Tasavvuf hareketi, İslam tarihi boyunca, tarihin cereyan ettiği geniş coğrafyada derin izler bırakmıştır. Tasavvuf hareketinin; bugün yaşanan şekliyle İslamî hayatın biçimlenmesindeki etkileyici gücünün gözden kaçırılmaması icabeder.
Tasavvuf hareketinin menşei, tanımı, muhtevası ve mevzusu İslam alimlerinin olduğu kadar batılı islamiyatcıların da haklı ilgilerine mazhar olmuştur. Yapılan araştırmalar, art niyet ve önyargı zaafı taşımayan bütün çalışmalar bizi şu gerçeğe ulaştırır: Tasavvuf; temel islamî esaslara bağlıdır. Kur'an ve sünnet çizgisine sadıktır. Dayanağı; Allah Rasulü ve onun güzide ashabının zahidane yaşayışında bulunmaktadır.
İslam tasavvufunu Hint mistisizmine, Hıristiyan ruhbanlığına, yeni Eflatunculuğa dayandıran, köklerinin İslam dışı olduğunu iddia eden görüşler yüzeysel ve keyfî yaklaşımlardır. Hiçbir haklı delil ve dayanakları yoktur.
İslam bünyesinde; "Rasulullah devrinde böyle bir şeye rastlanmamıştır, sûfilik sonradan ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bidattir." Şeklindeki görüşler ise sakat bir mantık yürütmeden ibarettir. Bu sakat mantık, tefsir, hadis, kelam gibi temel islamî ilimlerin de aynı şekilde bidat sayılması gerekeceği çelişkisini getirecektir. İslami ilimler hicri II. Asırdan itibaren usul ve esaslarıyla şekillenmiştir. İslam tasavvufu da, sosyal hayatla ilgili bir gelişmedir. Zahidane yaşayışın zaman içinde gelişen yeni durumların kazandırdığı ivme ve buna bağlı olarak yeni bir karakter kazanmasından ibaret bir gelişmedir.
İslam tasavvufun doğru anlaşılabilmesi, varılacak yargıların sıhhatli olabilmesi, onun ilk tezahürü olan zahidlik ve züht telakkisinin mahiyetinin bilinmesine bağlıdır. O halde "zühd" nedir ? Züht; lügat manasıyla, bir şeyi küçümsemeyi, günah saymayı veya azlığından dolayı terk etmeyi , ondan yüz çevirmeyi ifade eder. Bu terk etmede veya yüz çevirmede dinî bir hüviyet vardır. Çünkü "zühd" "rağbet" kelimesinin aksine yalnız dinî manada kullanılır. Bir ıstılah olarak bu kelimeyle, dinî gayeler gözeterek dünyanın geçici zevklerine ehemmiyet vermemeyi, nefsin dünyevî isteklerine gem vurarak kesif bir ibadet hayatı yaşamayı kast ediyoruz.
Kur'an-ı Kerim'in dünya hayatı ile ilgili sarih beyanları zühd telakkisinin en sağlam temelidir. "Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır" (Enam-32, Ankebut-64, Muhammed-36) "Dünya hayatı ancak aranızda bir övünme, daha çok mal ve çocuk sahibi olma davasından ibarettir." (Hadid-20) "Dünyadaki hayat, ahiret hayatı yanında pek az bir geçimlikten ibarettir."( Rad-26) "hem de aldatır" (Ali İmran- 185) "ve ahirete göre pek az bir geçimlik" (Tevbe-38, Nisa-77) "Buna rağmen insanoğlu bu dünya hayatının geçici menfaatine göz dikmektedir."(Nisa-94, Enfal-67) "Halbuki Allah kulları hakkında ahiret hayatını dilemektedir."(Enfal-67) Bütün bunların yanında, Allah'ı zikre, O'na ibadete, O'nun yolunda mücahedeye, namaza, zekata, oruca, takvaya, ihlasa teşvik eden ayetleri düşünürsekKur'an'ın öngördüğü hayat tarzını anlayabiliriz. Bu ideal zühd hayatıdır. Yani Allah'a kul olma dışında bütün kötülüklerden kurtulma çabası. Nefsani arzuların, makam ve mevki hırsının, kısaca bütün dünyevî putların tasallutundan ruhu arındırma ve koruma gayreti. Bu dünyaya ve ona ait şeylere tamamen sırt çevirme manasına gelmez. "insan dünyadaki payını da unutmamalıdır." (Kasas-77)
Rasulullah'ın hadislerinde zühd telakkisinin hem en açık numuneleri hem de sarih teşvikkar beyanlarını buluruz. Buyuruyorlar ki : "Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibadet et ve kendini ölüler içinde say"(Feyz'ul-Kadir" "Yarım hurma ile de olsa ateşten korunmaya bak"(Buharî, Müslim-zekat) "Dünyada sanki garip bir yolcu gibi ol" (Tirmizi-Zühd, İbn-i Mace-Zühd) "Mal mülk edinmeyin, sonra dünyaya meyl edersiniz" (Tirmizi-Züdh) Resulullah'ın hayatı, tasavvufun en temel esaslarından biri olan dünyada ona kıymet vermeyip geçmek anlayışının apaçık bir delilidir. Resulullah'ın, "mal sevgisinden dolayı pek katı" (Adiyat-
"çok cimri" (İsra-100) olan insanı dünyanın ve onun cazibesinin esaretinden kurtarıp Allah'ın kulluğuna tevcih ederken manastırlarda yaşanan ruhbanlık hayatını önermiyordu. Zaten Kur'an ruhbanlığı apaçık takbih etmişken (Hadid-27) bu O'ndan beklenemezdi. Buyuruyorlar ki; "İnsanlarla haşır neşir olup ezalarına katlanan Müslüman, insanlar arasına karışmayan münzevi Müslüman'dan daha hayırlıdır." (Tirmizi-Kıyame) Ashab-ı Kiram'ın hayatında pek vazıh bir şekilde izlerini bulacağımız zühd anlayışının calib-i dikkat numuneleri olarak Osman b. Afvan ve Abdurrahman b. Avf'in olanca zenginliklerine rağmen gerektiğinde mallarının tamamını Allah yolunda infak etmelerini zikredebiliriz. İslam tasavvufu ve zahidane hayatın hakikati; rahiplik, keşişlik, sürekli inziva, fakirlik edebiyatı değildir. Hayatın içindedir ve hayata malik bir telakkidir. Tasavvuf erbabının veciz ifadesiyle; "halvet der encümen" Halk içinde ama ona akarsuya kapılmaktan kaçarcasına yalnız. İslam tasavvufu Hicri III. Asra kadar zühd esasına dayalı temel karakteriyle devam etmiştir. Sonraki dönemlerde sûfilerin hakimane söyleyişleri, farklı "varlık görüşleri" ile daha sistematik hale gelmiştir. Özellikle birbirinden farklı gibi görülen bu varlık görüşleri konusunda çokça eleştiriye konu edilmiştir. Bu tartışmalar; günümüz itibariyle artık sadece tarihi bir malzeme değeri taşımaktadır. Bu tartışmaların gelişme seyri ve gelip dayandığı en son nokta şudur: Sûfilerin bu farklı varlık telakkileri bilgi midir? Onlar bu bilgileri nereden ve nasıl almışlardır? Bu bilgiler diğer İslamî ilimlerin değerler manzumesiyle nasıl uzlaştırabilir? En nihayet sûfiler bu farklı söyleyişlerini genel İslamî (zahirî) ilimlerin açıklamalarının yerine ikame etmekte midirler ?
Sûfiler ve tasavvufun, yaşayışları, ibadete düşkünlükleri, toplum hayatının İslamî değerlerle bezenmesinde ki müessir tavırları, İslam dininin çok geniş coğrafyalara taşınmasındaki gayretleri göz önünde tutulmadan doğru anlaşılamaz. Ayrıca ilk dönem temsilcilerinden, Hasan Basrî, Alkame b. Kay, Abdullah b. Mübarek, Ahmed b. Hanbel gibi zahid ve sûfîlerin devirlerinin en önemli bilginleri oldukları mutlaka göz önünde bulundurulması icabeder. Daha sonraki dönem sûfilerinin en meşhurlarından, Cüneyd-i Bağdadî, İmam Gazzalî, İbn-i Arabî'ninde tefsir, hadis, fıkıhda ehl-i ilim oluşları nazar-ı dikkate alınmadan yapılacak tartışmalar doğru bir zemine oturmuş olmaz. Tasavvufu, sadece vahdet-i vücud tartışmasının içine sıkıştırmak da onun bu güne taşıdığı islamî hayatın renklerine düşmanlıktır.